Dün ilk kez Survivor Ünlüler–Gönüllüler izledim. Her yaştan, her kesimden insanı ekran başına çeken, büyük hayran kitleleri olan diziler biter gider de benim haberim olmaz. Bu yarışma da öyleydi benim için. İlk defa izledim çünkü;
Ben hem iyi bir tv izleyicisi değilim hem de fiziksel aktivite gerektiren , macera temalı bu yarışmayı biraz gençlere yönelik diye algılayıp pek de ciddiye almamıştım. Dün nasılsa zapping sırasında takılıp kaldım.Dominic Cumhuriyeti’nde çekilen bu etapta Survivor’ın ünlüler kadrosu Pascal Nouma, Özge Ulusoy, Nihat Doğan, Zeynep Tunuslu, Asena, Ebru Destan ve Derya Büyükuncu ‘dan oluşurken, ünlülere rakip olarak halktan seçilen gönüllüler kadrosu ise; Taner, Taçmin, Tefik, Ceyda, Gökhan, Vedat ve Didem ‘den oluşuyor.
Yarışmanın insan kişilikleri ile de ilgili olduğunu görüp sonuna dek izledim. Aynı zamanda gündemin ağır konularından uzaklaşmış oldum. Bir de sahip olduğumuz pek çok şeyin koşullar değişince nasıl da lüx sayılabileceğini görmüş oldum. Ne derece kurgudan uzak oldunu bilemesem de zekice düşünülmüş bir yarışma. Egzotik ada ortamı ve bir avuç insanın bir tür yaşam kavgası renkli görüntüler oluşturuyor. Asıl ilgimi çeken ise kişiliklerin sergilenmesi. Arızalı kişilikler tek bölümde bile kendini ele veriyor.
Nihat Doğan daha ilk dakikalarda ettiği abuk subuk laflarla içime fenalık getirdi. Bir de kendine müttefik bulmuş ki, ” bana arkadaşını söyle , sana kim olduğunu söyliyeyim” sözü tam yerini bulmuş. Zeynep Tunuslu’dan söz ediyorum. Bu konulardaki cehaletimi hoş görün lütfen ama sadece moda ile ilgili bir hatun kişi olduğunu, renkli gazetelerde ve tv magazin programlarında ara sıra boy gösterdiğini, bir de rahmetli Uzay’ın karısı olduğunu biliyordum. Ünlü olmasının başka nedeni varsa gerçekten bilmiyorum. Nihat Doğan’la muhteşem ikili olmuşlar. İki lafından biri kendisinin ne kadar değerli ve muhteşem kişilikli biri olduğunu söylemek olan ama çocukça kaprisler yapan, laf kalabalığı ile ilgi çekmeye çalışan Nihat Doğan ve dedikoducu, itici, her fırsatta diğerlerini iğneleyen Zeynep çok yakışmışlar. Nihat’ın konuşmalarının arasına sıkıştırdığı muhteşem İngilizcesi de takdire değer doğrusu:)Karşı grupta da bir deli vardı elbette. Taner adlı yarışmacı abuk subuk hareketleri ve tuhaf konuşmaları ile evlere şenlik bir tip.
Bir ara içimden, orada olup bu arızalı tiplere hadlerini bildirme isteği geçtiğine göre baya ilgimi çekti bu yarışma.
“Yarışmanın insan kişilikleri ile de ilgili olduğunu görüp … ” demişsiniz de, ben de bu özellikteki dizileri izlerim. Gerçi dizilerle hiç aram yok ama bir şekilde keşfedersem devamlı izleyicisi oluyorum. Melekler korusun vardı, ilk bölümünden sonuna kadar her bölümünü izlemişimdir. şimdi ise Gönülçelen var.
Survivor’u arasıra abim izliyor. Ben hiç dikkat etmedim. Bir iki defa Nihat Doğan’dan basmakalıp “Biz Anadolu çocuğuyuz” sözünü serzenişvari bir şekilde söylediğini duymuşumdur. Bu sözü zaten başka türlü dile getirmezler. Cahilliklerini, eksikliklerini bu sözle bastırma sancısı apaçık görülüyor. Onun yerine kendilerini geliştirsinler de kıvanç ile biz Anadolu çocuğuyuz desinler.
Anadolu çocuğu olmak kaba, bencil, aklına her geleni dan dun söylemek ve hep ön planda olmak için kendini yırtmak demek değildir. Böylelerinden ve dedikoducu insanlardan oldum bittim haz etmediğimden, zaten yaptığı müzikle de hiç işim olmadığı için Nihat Doğan’ı ve onun kadın versiyonu Zeynep Tunuslu’yu , kaale alınacak insanlar olarak görmüyorum.
İyi yönleri de var. Mesela tanıdığım Balkan göçmeni roman müzisyenler, o şarkıcıların sayesinde yaşlı annelerine babalarına çok iyi bakarlar, çocuklarını okutmaya çalışırlar. Hiçbir sosyal güvenceleri yok. Devlet onlara hiçbir şekilde yardımcı olmuyor. Hayatları keman vb. müzik aletlerine ve bu şarkıcılara bağlı; Kibariye, Seda Sayan, Ali Şan, Ebru Gündeş ve diğerlerine. Bunları eskiden hiç sevmezdim ama onların yanında çalışan gariban roman müzisyenlerin aile hayatlarını yakınen tanıyınca cidden takdir ettim. Devlet de bir şeyler düşünmeli, o şarkıcılara o müzisyenleri kadrolu eleman olarak çalıştırma ve sigorta yapma zorunluluğu getirmeli ve bunu yapmaları şartıyla vergide kolaylıklar sağlamalı. Veya ne bileyim bir havuz sistemi gibi bir sistemle bu müzik sektöründen alınan vergilerden o çalgıcılara bir şekilde maaş verilmeli ya da en azından sigortaları yapılmalı. İşleri çok zor. Her an tetikteler, nereden ihtiyaç olacak da gidip müzik aletlerini çalarak para kazanacaklar yaşlılarına çoluk çocuklarına bakacaklar.. Bir de bunların organizatörleri var, kimlerin nerede çalgıcılık yapacaklarını tayin ederler. Hepsi o organizatörlerden haber bekler durur. Gönülçelen dizisinde bu romanlar biraz konu ediliyor ama çektikleri sıkıntılar gerektiği gibi dile getirilmiyor.